18 Kasım 2015 Çarşamba

Eisenhower Doktrini

Eisenhower Doktrini, 1953 yılından itibaren 8 sene ABD Başkanlığı yapan Dwight Eisenhower'ın 5 Ocak 1957'de Kongre'ye gönderdiği yetki talebi isteğidir. Bu doktrinin ortaya çıkmasında, o zamanki Orta Doğu’ya Rusya’nın komünizm getireceği korkusunun büyük bir etkisi olmuştur. 1956 yılında İsrail, İngiltere ve Fransa'nın, Mısır'a saldırmaları sonunda Arap İsrail savaşı başladı. Savaş sürerken, Sovyetler birliği; İsrail, İngiltere ve Fransa'yı açıkça tehdit etti ve Ortadoğu'ya asker göndereceğini açıkladı. bunun üzerine Amerika, devreye girerek savaşı sona erdirdi. Savaş bittiğinde ABD'nin Arap dünyasındaki itibarı oldukça sarsılmıştı. Ortadoğu'da güç boşluğu doğmuş ve bu boşluğun da SSCB tarafından doldurulması ihtimali yükselmişti.

Amerika bu durum karşısında Fransa ve İngiltere’ye Orta Doğu’da saldırılarını durdurmaları yönünde sert bir uyarı göndermiştir ve böylelikle Mısıra yapılması planlanan saldırılar önlenmiştir. Ancak her şeye rağmen Arap dünyasında Amerika’ya karşı inanılmaz bir negatif düşünce vardı.. Bu düşünceler de onların her an Sovyet Rusya ile birleşebileceği yönünde bir izlenim çizmekteydi. Kapitalist rejimin en büyük savunucusu olan Amerika Birleşik Devletleri, petrol kaynakları bakımından zengin olan Orta Doğu’yu Rusya’ya kaptırmak istemiyordu. İleride ülkelerinin zenginleşebilmesi için bu yer altı zenginliklerine ihtiyacı olduğunu bilen, ayrıca dünyada komünist rejimin yayılmasını engellemeye çalışan Amerika duruma müdahale etmek için planlar yapmaya başladı. Bu zaman aralığında soğuk savaşın da başladığı düşünülürse, iki kutup da kendisine ne kadar devleti yakınlaştırabilirse siyasi anlamda o kadar güçlü bir konuma gelecekti. Bu yüzden Orta Doğu meselesi Amerikan başkanı için bir aciliyet taşıyordu. Bu şartlarda yapılacak iki şey vardı: Biri, bölge ülkelerinin ekonomik sıkıntılarının giderilmesine yardımcı olmak; diğeri de, ister ikili, ister toplu münasebetler yoluyla, bu ülkelere, komünizm hegemonyasının neler getirebileceğini anlatmak ve bunların komünizme karşı koymalarına yardım etmekti. Başkan Eisenhower, 5 Ocak 1957 de Kongreye gönderdiği ve Eisenhower Doktrini adını alan mesajda bütün bu hususları açıkladıktan sonra açıklamalarını yaptı. Bağımsızlığını korumak için ekonomik kalkınma çabası içine giren Orta Doğu ülkelerine ekonomik yardım yapmak. Bunlardan isteyen ülkelere askeri yardım yapmak. Bu ülkelerin istemeleri şartı ile “milletler arası komünizmin kontrolü altında bulunan bir ülkeden gelecek açık silahla saldırılar karşısında”, Amerikan silahlı kuvvetlerinin kullanılması. İşte bu maddeler tarihe başkanın doktrini olarak geçmiştir ve sonucunda da kapitalist sistemin ülkelerinin iç işlerine karışacağını düşünen Arap dünyasında tepkiyle karşılanmıştır.

12 Kasım 2015 Perşembe

Et yeme miktarı ile kanser riski arasındaki ilişki

Son yıllarda et yemenin kanseri tetikleyebileceğini düşünen Dünya Sağlık Örgütü (WHO)’ne karşın Kırmızı Et Sanayicileri ve Üreticileri Birliği et yemenin kanserle kesin bir bulgunun  olmadığını savunuyor.

Yaptıkları açıklamalarda özellikle etin besin değerine vurgu yapan birlik, et grubunu riskli göstermenin eksik bir açıklama olduğunu düşünüyor. Yazılı açıklama da ise “En önemli faktör etin pişirme şeklidir. İşlenmiş et ürünlerinde ise pişirmenin yanı sıra kullanılan katkı maddeleridir. Ülkemizde son yıllarda yapılan düzenlemelerle et ürünlerinde kullanılan nitrat ve nitrit gibi katkı maddelerinin düzeyinde ciddi azalmalara gidilmiştir. Yapılan açıklamada etin veya et ürünlerinin fazla tüketilmesinin riski arttırma ihtimalinin olduğu belirtilmektedir. Et ve et ürünlerinin tüketimi ülkemizde sanıldığı kadar yüksek değildir. Yeterli ve dengeli beslenme için et ve et ürünlerinin diyette bulunması gereken "önemli bir ürün grubu" olduğu da vurgulanan açıklamada, "Et, protein miktarı ve kalitesi, B grubu özellikle de B12 gibi vitaminleri, demir ve çinko gibi mineral maddeleri ile insan beslenmesinde önemli rol oynamaktadır. Et, diyette yer alması gereken önemli bir gıda maddesidir. Diyetten kırmızı etin çıkarılması kanser dahil pek çok hastalık açısından risk oluşturabilir" denildi.

Bir diğer değinilen konu ise et yeme miktarı oldu. Savunulan düşünce, her besin gibi etin de fazlasının zarar olduğu bu nedenle yenilen miktara dikkat edilmesi gerekildiği. Ancak, büyüme çağındaki çocukların gelişimi, bireylerin de dengeli beslenmesi ve etten sağlanacak gerekli vitaminleri almasının şart olduğu vurgulandı. Sadece miktarın da değil, etin pişirilme miktarının ve şeklinin de büyük bir önem arz ettiğine değinildi. Çok miktarda pişen et yapısını bozmakta, ve kömürleşmiş et insan sağlığı için zararlı kanserojen maddeler açığa çıkartabileceği, bundan ötürü de yenilecek olan etin sağlık açısından uygun işlemlerden geçirilmesinin önemli olduğu söylendi.

Temel besinlerimizden biri olan kırmızı etin, insanlar için yeteri miktarlarda alınıp, uygun şekilde hazırlanmasının önemli olduğu da bir çok sağlık uzmanının ortak görüşü. Günümüz Türkiye’sine bakıldığında etin kilogram fiyatının aşırı yüksek olması da göz önüne alınırsa, insanların belki de vücutlarına alması gerekenden daha az et yediği düşünülüyor. Bu nedenle, bize oranla daha fazla et tüketen A.B.D ve Avrupa Birliği ülkelerine bakıp, yaşam şartlarını inceleyip bir rapor sunmanın doğru olmayacağı düşünülüyor.

7 Kasım 2015 Cumartesi

Avrupa Kıtasının yemek kültürü

Avrupa’nın batısı orta çağın sonlarına doğru bu dar coğrafi parçayla yetinememeye başladı. Bundan ötürü de coğrafi keşiflerin yapılması kaçınılmaz hale geldi. Keşiflerin olduğu yaklaşık 200 yıllık süre boyunca Avrupalıların amacı doğudaki baharatı, yeni bulunan kıtalardaki de değerli madenlere ulaşmaktı. Ancak, bu keşiflerin altında yatan en önemli amaç sırf yeni kıtaları ve doğuyu yağmalamak değil, kültürlerini ve kendi düzenlerini dünyanın dört bir yanına yaymaktı.

Coğrafi keşifler yapılırken farkına varılmasa da Avrupalılar kendi istekleri doğrultusunda dünyayı değiştirmekten ziyade, beklenenin tam aksine yeni ulaştıkları yerlerin hakları ve kültürlerinden etkilenerek, kendi yaşam biçimlerini değiştirdiler. Bunun en büyük örneği, Batı Avrupa’da keşiflerin sonrasında meydana gelen yeme-içme alışkanlıklarındaki değişiklik olarak gösterilebilir. Avrupa’da şu an birçok ülkenin sahiplendiği ve, yeme kültürlerinin bir parçası halinde olan domates, dolmalık biber, kakao, vanilya, yer fıstığı, ananas ve daha bir çok besin maddesi bu keşifler sonrasında ülkelerin mutfaklarına girmiştir. Günümüzde, biber ya da domates olmadan bir Akdeniz mutfağı düşünülemez, ya da ananassız, kakaosuz tatlı olması çok zor olur. Hele ki kendi kültürümüze baktığımızda fasulyenin kurusu olmasaydı bizim milli yemeğimiz ne olurdu kim bilir. Ancak, bu tatların Orta Dünya’ya girme zamanını bakıldığında henüz 200 300 yıllık bir geçmişten fazlasını göremiyoruz.

Anlaşıldığı üzere, Amerika kıtasının coğrafi keşifler sırasında keşfedilmesi sonucu gerek Avrupaya gerekse Orta Doğuya, bu kıtadan oldukça fazla temel gıda maddesi girmiştir. Belki de bu maddelerden en önemlisi şu an hemen hemen bütün dünyada tarımı yapılan mısır ve patatesi gösterebiliriz. Bu iki bitki, Coloumb’un Amerika’yı keşfinden sonra Avrupa’ya taşınmış  olup, yetiştirilmelerinin kolaylığı ve az miktarda daha fazla tokluk sağlaması göz önüne alındığında kıtlık ve savaş zamanlarında bir kurtarıcı olmuştur. Başka bir açıdan bakarsak, 1800’lü yıllarda özellikle Avrupa kıtasında meydana gelen sanayi devrimi süresince bu besin maddeleri işçilerin ve fakir insanların temel gıda maddesi haline dönüştürülüp, kapitalizmin gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Mısır ve patatesin rahatlıkla una dönüştürülüp, ekmek, galeta gibi ürünlerin yapımında kullanılması, kolay kolay bayatlayıp bozulmaması ise bu durumun oluşmasındaki etkenlerden biri olmuştur.