Cibali bugün, Kadir Has Üniversitesi olan eski sigara fabrikası ve Rezan Has’ın adını taşıyan küçük müze ile hayata yeniden dönmüş. Şehri, Haliç tarafından istilaya gelen düşman saldırılarından korumak için yapılan surların çevrelediği semt bir zamanlar Bizans kilisesi olan muhteşem Gül Camii’ne ev sahipliği yapıyor.
Cibali karakoluyla ünlü ama yangınlarıyla daha da ünlü. Eskiden devlet binaları yangından korunmaları ve kaba olmaları için taştan yaptırılırmış, evler ise ahşaptan. Bu yüzden Cibali’de yangın çıktığında evden eve geçip Yenikapı’ya kadar kolayca ulaşırmış. Haliç’in güney kıyısında Atatürk Köprüsü ve Fener arasında kalan bu orta halli ama renkli semt, bir zamanlar tütün fabrikasına ev sahipliği yaptığından hala tütün saran kadınları getirir akıllara.
Cibali adını, 1453’te İstanbul’un Fethi sırasında sahil surlarım geçen Osmanlı askerinin adından, Cebe Ali’den almış. Geçmiş zamanda zengin, kozmopolit bir semt olan ve meyhaneleri ünlü Cibali’de genellikle Rumlar ve Yahudiler yaşarmış. XVIII. yüzyılın ortalarında Müslümanların gelmeye başlamasıyla camiler ve derviş tekkeleri de inşa edilmiş. O zamanlar pek çok paşa evini buraya taşımış. Cibali teknelerin izolasyonunda kullanılan zift gibi malzemelerin depolandığı yer olmuş, bunların çok yama olması sebebiyle şehirdeki birçok yangın burada başlamış. Adı kötüye çıkmış, dile düşmüş bir kere.
Hemen bitişiğindeki bölge, Küçükmustafapaşa ismini muhtemelen Sadrazam Bozoklu Küçük Mustafa Paşa’dan almış. İşin komik tarafı Küçükmustafapaşa Kocamustafapaşa (Samatya) otobüsü var!
İstanbul’da Yangın Var!
hşap binaların gittikçe azaldığı günümüz İstanbul’unda bir yangının nasıl bu kadar çabuk yayılabileceği ve büyük bir tehlike arz edebileceğini anlayabilmek hayli zor. Belgeler bize birçok binanın defalarca yandığını ve her seferinde yeniden yapıldığını gösteriyor.
İstanbul’u yangından koruyabilmek için Galata Kulesi ve Beyazıt Kulesi’nin de dâhil olduğu pek çok yangın gözetleme kulesi yapılmış. Kulelerde yaşayan görevliler bir yangın anında kuleye kırmızı bayrak asarak uyarırmış tulumbacıları. Tulumbacıların görevleri kelimenin tam anlamıyla “yangının üstüne gitmek” ve söndürmekmiş. Böylesi kelle koltukta yaşayan, ele avuca sığmaz civanların idaresi ayrı bir maharet istermiş. 1633 Yangını’nından sonra IV. Murad içki ve tütün kullanımını yasaklamış. En kötü yangınlardan biri olan 1870 Pera Yangını 900 kişinin ölümüne ve binlerce kişinin evsiz kalmasına neden olmuş. Edmondo di Amicis XIX. yüzyılda “Constantinople” adlı eserinde, bir cariyenin padişaha yangını haber vermek için kırmızılar giyerek huzura çıktığını naklediyor. İrfan Orga da “Bir Türk Ailesinin Portresi” isimli kitabında yangında evini kaybeden kendi ailesini anlatıyor.
Atatürk Köprüsü
Orhan Kemal’in de yaşadığı semt olan Cibali, 1940 yılında yapılan ve yoğun bir trafiği olan Atatürk Köprüsü’nün güney tarafında bulunuyor. Yanındaki Unkapanı, ismini “Odun Kapısı”nın bir şekilde kısalarak günümüze ulaşmasından almış. Bir diğer ihtimal ise un sözcüğünün burada gemilerden boşaltılan una ithafen verilmiş olduğu, “kapan” kısmının ise baskül anlamındaki “kappan” ya da depo anlamındaki “kapan” kelimelerinin birinden türemiş olabileceği şeklinde. Hatta bazı kaynaklar adını buradaki Beylik Un Değirmeni’nden aldığını söylüyor. Unkapanı aynı zamanda Evliya Çelebi’nin doğduğu yer.
Cibali Tütün Fabrikası
Bir zamanlar Cibali Tütün Fabrikası olan yerde şimdi Kadir Has üniversitesi var. Atatürk Köprüsü’nü geçtikten hemen sonra sağda görülen bu dev bina 1884 yılında yapılmış ve önce tütün depolamak için kullanılmış. Daha sonraları sigara yapımının da başladığı işletmede aynı ailelere mensup kişilerin kuşaklar boyu çalışması ilginç bir sosyalleşmeyi de beraberinde getirmiş. Fabrika üretiminin doruğunda olduğu dönemlerde karakolu, hastanesi, kreşi, dükkanları ve restoranlarıyla küçük bir kasaba görünümündeymiş. 1925 yılında kamulaştırılan işletmenin faaliyetlerine 1995’te son verilmiş.
Fabrika Coca-Cola markasını Türkiye’ye getiren sanayici Kadir Has tarafından 1998-2002 yılları arasında modern bir üniversite kampüsüne dönüştürüldü. Buraya gelen bazı ziyaretçilerin binadan çıkarken aklına “Fabrikada tütün sarar, sanki kendi içer gibi…” şarkısının sözleri geliyor, eski günleri yad edercesine. Binanın içindeki Rezan Has Müzesinde (hergün açık) sanat ve tarih eserleri sergileri yapılıyor.
Neolitik çağdan Selçuklulara kadar olan daimi koleksiyona, Kararttık Çeşme olarak bilinen XI. yüzyıl Bizans sarma ve XVII. yüzyıl Osmanlı hamamı ev sahipliği yapıyor. Müzeye doğru giderken duvarları süsleyen, fabrikanın altın çağlarını gösteren resimlere göz atmayı unutmayın. Buraya gediğinizde tarihin üç katmanında, XI. yüzyıl sarnıcı, XVII. yüzyıl hamamı ve XIX. yüzyıl tütün deposunda dolaştığınızı biliyor olmak bile insana ayrı bir heyecan veriyor.
Üniversite binasının hemen arkasındaki türbe, XVI. yüzyılda İstanbul’a gelen Nakşibendi Şeyhi Emir
Ahmed Buhari’ye ait. Bina tüm zarafetiyle günümüze gayet iyi durumda ulaşmış. Yol boyunca ilerlediğinizde XVIII. yüzyıl sonlarına doğru yapılan ve kökleri Kuzey Afrika’ya uzanan bir tarikata ev sahipliği yapan Şazeli Camii’ne rastlarsınız. Cami, İstanbul’daki pek çok kahvehanenin koruyucusu olduğu İçin saygı gören Ali Şazeli tarafından yaptırılmış. Aynı tarikatın Beşiktaş’taki Ertuğrul Tekkesi ise sıra dışı bir mimariye sahiptir.
Gül Camii (Ayia Theodosia Kilisesi)
Üç apsisi olan bu heybetli Bizans kilisesi Şair Nebi Sokak’ta bulunuyor. Muhtemelen IX. veya X. yüzyılda yapılmış, 1490’larda camiye dönüştürülmüş. Adının “Göl Camii” olmasının ilginç bir hikayesi var; Azize Theodora’nın isim günü olan 29 Mayıs i453’te büyük bir kalabalık toplanmış ve güllerle süsledikleri kilisede Türklerin istilasından korunmak için dua etmeye başlamışlar. İstanbul’un fethi tamamlandığında askerler içeri girip gülleri görünce şaşkınlığa düşmüş.
İsim konusunda bir başka rivayet Gül Baba adındaki evliyanın burada gömülmüş olabileceği yönünde. Bazıları da şehir surlarını savunurken öldüğü söylenen ama cesedi bulunamayan son Bizans İmparatoru XI. Konstantin Dragases’in burada gömülü olduğunu söylüyor. Girişin üstünde kim tarafından yazıldığı belli olmayan Osmanlıca bir kitabede “İsa’nın Havarisinin türbesidir. Huzur içinde yatsın” yazılması da kafaları iyice karıştırıyor.
Kilisenin altında Bizans İmparatorluğunun en saygın kişilerine ait olan birde mahzen mezar bulunuyor, .küsenin karşısında Adile Sultan tarafından sıbyan mektebi olarak inşa ettirilen bir kütüphane var. Divan şairi ve bir hayırsever olarak bilinen Adile Sultan’ın Anadolu yakasındaki sarayı, vasiyeti üzerine Kandilli Kız i Lisesi olmuş.
Ayios Nikolaos Kilisesi (Aya Nikola)
Ana cadde üzerindeki kilise, denizcilerin koruyucusu olan Aya Nikola’ya adanmış. Bizans zamanında yapılmış eski bir kilisenin yerine 1837 yılında inşa edilmiş. İçinde seferlerden sağ salim dönen denizcilerin şükranlarını göstermek için astıkları gemi modellerini görebilirsiniz. Kilise, Yunanistan’ın Athos Dağı’ndaki Vatopedi Manastırı’na bağlı. Dış surlardaki bir yazıta göre burada çıkan şifalı sular Aziz Haralambos’a adanmış.
Küçük Mustafa Paşa Hamamı
Cibali’nin arka sokaklarında, Gül Camii’nin yakınında ve Kömür Lokantasının hemen karşısında bulunan bu büyük ve güzel hamam maalesef bugün harap durumda. Bozoklu Mustafa Paşa’nın yaptırdığı hamam, şehirdeki en eski hamamlardan biri olma özelliğini taşıyor. Yıllardır kapalı, kubbelerindeki kurşunlar çalınmış. İçine girdiğimizde böylesi güzel bir binanın kaderine terk edilmesinden dolayı çok üzüldük.
Haliç Surları
İstanbul’da “sur” deyince alda ilk gelen kara surları dışında, deniz kenarına yapılan sahil surları da var. En etkileyici kısım Mermerkule’den başlayıp Sarayburnu’na, Boğaz’ın girişine kadar geliyor. Bunlar şehri Marmara Denizi’nden gelip istila etmek isteyenlere karşı koruma amaçlı yapılmış. Antik çağlarda Propontis, zaman zaman da Propontine Surları diye geçmiş. Surlarda teknelerin limanların içine girmesine olanak sağlayan kapılar da yapılmış.
Surların bazı kısımları XIX. yüzyılda tren yolunun yapılmasıyla yıkılmış ama geriye kalanlar hala geçmişle ilgili ipucu vermeye yetiyor. İstanbul’u saldırılardan koruyan ve Haliç’teki yerleşimlere düşmanların girmesini engelleyen surların bir kısmı hala kıyıya paralel olan yol boyunca görülebilir, özellikle Proportine Surları ile kıyaslandığında oldukça bakımsız olan surlar, daha sonraki dönemlerde yapılmış olan binalara temel oluşturmuş ya da yol çalışmalarından ötürü tamamı ile yıkılmış.
İlk surlar muhtemelen Septimius Severus tarafından II. yüzyılda yapılmış ve Büyük Konstantln tarafından IV. yüzyılda, II. Theodosios tarafından da V. yüzyılda tekrar inşa edilmiş. Kara surlarından daha alçak olan deniz surlarının, daha dayanıksız olduğu 1204 yılındaki IV.Haçlı Seferi sırasında kanıtlanmış.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder