3 Mart 2016 Perşembe

Viyana Kuşatmasında 15 Temmuz ve 8 Ağustos’un Perde Arkası

15 Temmuzda Yaşananların Perde arkası


Viyana kalesi Tuna ırmağı kıyısında bir düzlük üzerinde bulunuyordu. Fakat kale duvarıyla ırmağın kıyısı arasında bir ok menzili uzunluğunda boş arazi vardı. Kalenin kendisi hem derin hem de geniş bir hendek, sayısız tabyalar ve tasarlanamayacak miktarda çok domuz damlarıyla çevriliydi. Çok iyi tahkim edilmiş ve binlerce ağzından ateş püskürten eşsiz bir hisardı.


Tuna, tam bu yerde, yani Viyana’nın hizasında çeşitli kollara ayrılarak, bahçe ve bağlarla süslü büyük adalar meydana getirmişti. Kayzer’in burada da eşi bulunmaz güzellikte bir bahçesi bulunuyordu. “Ada Bahçesi” adıyla ün salmıştı. Adaların hepsi birbirine köprülerle bağlanmıştı. Gâvurlar bu adaların birkaçına taburlar koyup, kale ihtiyaç gösterdiğinde oraya rahatça asker ve erzak yardımında bulunmak, yaralı ve yorgun savaşçıları değiştirmek gibi boş bir hayale kapılmış bulunuyorlardı.


8 Ağustosta Yaşanılanların Perde Arkası


Büyük Elçi yanına Ahmed Paşa ve birkaç atlı asker katılarak Han’a gönderildi. Han da yanına Tatarlar katıp kendisini Viyana’ya sekiz saat uzaklıktaki Tülin şehrine şevketti. Oraya vardığını bildiren mektup getirildi.


Bu işte de Sadrazam yanlış hareket etti. Elçi, Budun’da sıkı şekilde gözaltında bulundurulmalı ve hiç bir yere gönderilmemeliydi. Böyle bir tedbiri kimse uygun görmedi. Oysa düşman askerinin İslâm gazileri üzerine sevk edilmesine bu gâvurun sebep olduğu besbelli bir gerçektir.


Sadrazam şöyle dedi: “Elhamdülillah, buralara gelip Viyana’yı kuşattık ve ateş altına aldık. Gâvurun tabyaları, domuz damları ve şarampolleri bombardumanla yıkılıp şu anda kale duvarına erişmiş bulunuyoruz. Allah nasip ederse, birkaç güne kadar fetih umudundayız. Sen ne dersin buna?”


Apafy, “pek güzel olmuş, Allah başarıya eriştirsin, gerçekten doğru hareket etmişsiniz” diye görüşünü açıklayınca, Sadrazam; “Hayır, hayır, çekinmeden konuş, düşündüklerini korkmadan öldüğü gibi söyle” buyurdular.


Bunun üzerine Kral; “Sofraya bir tabak pilav konsa, yemeğe önce ortasından mı başlanır, yoksa kenarından mı?” diye sordu.


Sadrazam, “Tabii kenarından” diye karşılık verdi.


O zaman Kıral çekinmeden konuşmaya başladı. Söylediklerinin özeti aşağı yukarı şöyleydi:


“Askerlerinize, savaş gereçlerinize ve cephanenize diyecek yok. Bütün gâvur Kralları birleşse, bu kadar insanı toplayamaz ve hiç bir şekilde sizinle başa çıkamaz. Ancak, Viyana olağanüstü güçte bir kaledir. Buraya gelir gelmez hiç oyalanmadan hemen hücumla, ya da aman dileterek kaleyi alabilseydiniz, çok güzel bir iş olurdu. Ama kuşatma böyle ne kadar uzarsa, fetih de o kadar güçleşecektir. Böyle bir insan ve hayvan kitlesinin sürekli olarak burada tutulması, insana ipin ucunu kaçırtır.


Bunca insan yer ve içer, hele eline ganimet geçirenler ise, ortadan kaybolur. O zaman sıkıntı ve kıtlığa uğrarsınız. Üstelik bu ülkede kış çok erken bastırır. Bu yüzden de sonunda güçlüklerle karşılaşırsınız. Ayrıca Kayzerin, Hristiyan Kıratlara acele yardım isteyen mektuplar yolladığı haberini almış bulunuyorum. Kralların her biri kendi gücünün elverdiği ölçüde askerle derhal gelmeğe söz vermiştir. Bence yapılacak en doğru hareket, bütün gayretinizi Yanık Kalesi’nin alınmasına yöneltmek, atlı birliklere ülkeyi yakıp yıkma görevi vermek, sonra da kışı sınır boyunda geçirmektir.


O zaman, hiç şüpheniz olmasın, Kayzer boynuna bir mendil bağlayıp aman dilemeğe gelecektir. Ancak siz Yanık Kalesi’ne önem vermek konusu üzerinde durmadığınız için, ordunuzun akıncı birlikleri Akdeniz kıyılarına, Venedik körfezine ve Altın Elma’nın sınırına kadar gidip her yanı soyup soğana çevirdi. Tuna’nın beri yakasında bir kimsenin elinde taş bile koymadı. Oysa yapılması zorunlu olan hareket bizzat sizin, bu yenilmez ordunun asıl parçasıyla Viyana önünde durmayıp kalenin yanından geçerek yürüyüşe devam etmenizdi. Viyana’nın iki menzil yukarısında bulunan, taştan yapılmış İskender Köprüsünden (9) Tuna’nın öte yakasına geçer, sonra sağa dönüp elinizi kolunuzu sallayarak Almanların ülkesini, aynı şekilde Uyvar’a kadar bütün Slovakya’yı çiğner, oradan da Peşte Kalesi’nin karşısında Budun’a gelirdiniz. Rahatça Budun ovasına geçip orda ordugâh kurardınız. Bu durumda Tuna’nın her iki yakasıyla Almanların ülkesi baştanbaşa sıkıştırılmış olurdu. Gelecek yıl da gerek Yanık, gerekse Viyana kaleleri aman dileyerek avucunuza düşerdi.”


Kral böyle konuştu. Ama Sadrazam onu dinlemedi. Kral bu konuşmasıyla orduya korku salacaktır düşüncesine kapılıp öfkelendi. “Sen Almanlardan korkuyorsun” diye bağırdı. “O halde yürü, Yanık’a dön ve orda keyfine bak!” Bu şekilde kendisine çekip gitmesini emretmiş oldu. Kral da elini öpüp çadırı terk etti. Tıpkı geldiğinde olduğu gibi, askerin ileri gelenleri önüne düştü. Ordugâhın dışında kendisi için özel olarak kurulmuş bulunan çadırına gitti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder