Hipodrom’dan Marmara Denizi’ne doğru yürüdüğünüzde, İstanbul’da aynı ismi taşıyan iki camiden birine, Sokullu Mehmed Paşa’ya varırsınız. Mimar Sinan’ın en güzel eserlerinden biri olan külliye nedense hak ettiği kadar ilgi görmüyor. İznik çinileriyle süslenmiş bu XVI. Yüzyıl camisini görmeye giderken Hipodrom’un güney ucundaki Bizans Sfendonu’nun önünden geçebilirsiniz. Kadırga eski İstanbul’dan görüntüler sunacak size…
Sokollu Mehmet Paşa Camii, Kadırga’ya bakar. Turistler pek uğramaz buraya. Eski ahşap evleri, beklenmedik anda karşınıza çıkan tarihi surlarına rağmen Kadırga pek bilinmemiş, ihmal edilmiştir. Bir zamanlar büyük bir liman varmış Kadırga’da; ilk olarak 362’de İmparator Julian tarafından yapılmış, İmparator II. Julian tarafından da 570 senesinde canlandırılmış. Liman Osmanlılar tarafından da kullanılmış.
İsminin, eskiden kadırgalarda çalıştırılan insanlara atfen, Yunanca “zorla çalışma” anlamına gelen “katerga” kelimesinden türediği düşünülüyor. XVI. yüzyılda, Fransız yazar ve gezgin Pierre Gilles (Petrus Gyllius) “Kadırga” adının buradan çıkartılan batık kalyonlara atfen verildiğini belirtmiş. İşin ilginç tarafı Marmaray projesi çalışmadan sırasında buraya çok yakın mesafede olan Yenikapı’dan Bizans tekneleri çıkartıldı.
Kadırga’daki dükkanlar turistlerden çok burada yaşayanlara hitap ediyor. Lezzetli mercimek çorbası ve pide bulabileceğiniz küçük esnaf lokantalarıyla dolu caddelerinde Etiyopya’dan ve Doğu Avrupa’dan gelen insanlarla karşılaşabiliyorsunuz.
Son zamanlarda Kadırga Limanı’na giden yoldaki eski ahşap evlerde restorasyonun başladığım görmek memnun edici. Bu küçük, ahşap evlerin arasında büyük ve etkileyici konaklara da rastlayacaksınız. Etrafa göz gezdirdiğinizde, evlerde su olmadığı dönemlerde semt sakinlerinin su ihtiyaçlarım karşıladığı zarif çeşmeler de var. Kadırga Hamamı hala ziyaretçilere açık ama ne yazık ki harabeye dönmüş olan XVI. yüzyıldan kalma Çardaklı Hamamı restore edilmeyi bekliyor, umutla.
Kadırga Parkı
Kadırga’nın tam ortasındaki meydanda, mahalle sakinlerinin pek rağbet ettiği küçük bir park var. Çitin arkasındaki dört köşeli çeşme gibi görünen yer aslında Esma Sultan Namazgahı, açık havada namaz kılmak isteyenler için i78ı’de Sultan III. Ahmed’in kızı Esma Sultan (1726-1788) tarafından yaptırılmış. Merdivenlerden çıkınca ulaşabileceğiniz bu yer eski İstanbul’dan günümüze ulaşan birkaç namazgahtan biri.
Sokollu Mehmed Paşa Camii ve Külliyesi
Sadrazam Sokollu Mehmed Paşa’nın eşi Esmahan Sultan için Mimar Sinan tarafından 1571’de, Ayia Anastasia Kilises,’nin olduğu yere yapılmış. Bu şahane cami duvarlarını süsleyen İznik çinileri ile bilinse de pencerelerindeki vitraylar en az çiniler kadar etkileyici. Eğimli, dik yokuşlardan oluşan bir bölgeye yapılmış külliye. Sıradan bir mimar için problem olabilecek zemin yapısını camiye özgü bir özelliğe dönüştürmeyi bilmiş Koca Sinan.
Camiye üç ayrı kapıdan ve üç ayrı kottan giriliyor. Mermer şadırvanın yer aldığı avlunun çevresini medresenin odaları sarıyor. Dışarıdan bakıldığında çok büyükmüş izlenimi veren caminin içine girdiğinizde dış dünyayla ilişkinizin kesildiğini hissediyorsunuz.
Mihrap, mimber ve kapıda Hacer-ül Esved parçaları (Kabe’de tavafın başladığı yerde bulunan, cennetten indirildiği rivayet edilen parlak siyah taş) bulunuyor. Mihrabın iki tarafındaki sütunlar, yapının depremden etkilenmediğini göstermek amacıyla kendi etrafında dönebilir şekilde yapılmış.
Sokullu Mehmed Paşa
Bosnalı bir Sırp olarak kasabasında doğan Mehmed Paşa (1506-1579) devşirme sistemi ile yeniçeri yapılmak için İstanbul’a getirilmiş ve birçok aşamayı geçerek Sultan Süleyman, II. Selim ve III. Murad’ın sadrazamlıklarına kadar yükselmiş bir devlet adamı. Topkapı Sarayı’nda eğitildikten sonra 1526’da asker olarak Mohaç Savaşı’na ve 1529’da Viyana Kuşatmasına katılmış. Barbaros Hayreddin Paşa’dan sonra Osmanlı donanmasına Kaptan-ı Derya olmuş. Bir derviş tarafından öldürülmeden önceki son 15 yıl boyunca Osmanlı’yı yöneten en etkili güç olmuş, Kadırga’daki caminin dışında, Mimar Sinan’a Azapkapı’da kendi adını taşıyan bir cami (Azapkapı Camii de denir) yaptırmış. Eyüp’teki türbesi yine bir Sinan eseridir.
Özbekler Tekkesi
Caminin komşusu Özbekler Tekkesi 1692’de zamanın Defterdarı İsmail Efendi tarafında yaptırılmış ama bina 1887’de tamamen yenilenmiş. Minareleri girişin hemen üstünde yer alan tekke, muhtemelen Orta Asya’dan gelen dervişler ve dini görevliler için misafirhane olarak yapılmış. Memleketi Buhara’da ebru sanatını öğrenen Özbek Şeyhi Sadık Efendi (?-1846) daha sonra oğullarına el vermiş. 2008 senesinde restore edilen tekke, günümüzde İstanbul Tasarım Merkezi olarak kullanılıyor.
Sfendon
Sfendon, Marmara üniversitesi Rektörlük Binası’nın arkasında, Hipodrom’dan Sokollu Mehmed Paşa Camii’ne doğru yürürken göreceğiniz, stadyumun yarım daire şeklindeki, güney kısmı. Devasa duvarın kalıntıları güzelliğinden çok yaşı ile şaşırtıyor insanı. Daha sonraki yıllarda Sfendon, bu civarda yaşayan İnsanlara su temin etmek için sarnıca dönüştürülmüş. Her çarşamba, Sfendon’un önünde semt pazarı kuruluyor. Bir tabloyu andıran pazarda fiyatlar çok uygun.
Ebru Sanatı
Bir kâğıt boyama sanatı olan ebru, Türkiye’de XVI. yüzyıldan beri biliniyor. Kâğıdın üstüne mermer görüntüsünün aktarılması hiç de kolay değil. İncelik ve en önemlisi ustalık isteyen bu sanat, at kılı fırçalar kullanılarak yapılıyor. Ebru, suda erimeyen boyalarla su yüzeyinde oluşturulan şekillerin kâğıda geçirilmesi olarak tanımlanabilir. Bir ilgisizlik döneminin ardından ebru sanatının güzelliği yeniden keşfedilmiş gibi. Bugün ebru yapanları Cafer Ağa veya Kabasakal medreselerinde görebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder